Milano gezimi daha önce yazmıştım.
Milano’da kaldığım süre içerisinde yani ağustos ayında, günübirlik Como Gölü’ne gittim. Sabah erken saatte Milano Merkez İstasyonundan aldığım Trenord standart bileti ile gittim. Benim kaldığım otel istasyona çok yakın olduğu için kendim gidip aldım. Online olarak da almanız mümkün. Bunun için thetrainline.com adresine göz atabilirsiniz.
Hem gidiş hem de dönüş biletleri 5 Euro’dan toplamda 10 Euro’ya geldi. Birinci sınıf yolcusu olmak isterseniz 7.5 Euro ödüyorsunuz. Yolculuk bir saat sürüyor.
Sabah 8.00 civarı geldiğim Como’da, istasyondan çıkınca dümdüz karşıya yürüdüm. Cavour meydanına kadar düz yürüyüş devam etti. Alana geldiğimde Como Gölü sol tarafımda duruyordu.
Gölün kıyı şeridine kadar gelince tekne turlarının yapıldığı gişeleri görüyorsunuz. Önce güzel bir şeyler yemek için sağ tarafa yöneldim. Sokak aralarında ufak kahve ve pastaneler var, sabahları açık ve mis gibi kokular çok davetkar oluyor.
Kruvasan, cannoli, kahve üçlüsü
Bizim kahvaltıda yapıp yediğimiz çörekleri, salataları, peynirli ekmekleri ve sosları, onlar yemek öncesi ve yemek aralarında yedikleri için kahvaltı, daha çok kruvasan ve kahve. Ben ilave olarak bir de Sicilya usulü cannoli aldım. Sicilya usulü diye özellikle belirtiyorum; tatlının çıkışı Sicilya. Dolayısıyla orijinal versiyonunu yemenizde fayda var. Başka bir ifadeyle içi ricotta dolgulu olanının tadına mutlaka bakmalısınız. Diğer versiyonları biraz daha fabrikasyon ve iç dolguları krema, çikolata vb malzemelerden ve tatları sıradan.
Çok doğru bir kombinasyon olmasa da kahve, kruvasan ve tadını çok merak ettiğim ve enfes bulduğum cannoli üçlüsünün ardından, gölün etrafını yürüyerek aşamayacak olsam da sol tarafta gördüğüm ve gölün neredeyse ortasına kadar giden yolu keşfetmeye karar verdim.
Tekne gezisine yürümekten yorulunca çıkmaya karar verdim. Yürümek istemeyenler bisiklet ve scooter kiralayabilirler.
Volta Müzesi ve Life Electric
Sol kıyı yolunu takip ederek bir parka ulaştım. Göl bahçesi veya müze bahçesi olarak geçiyor. Parkın içerisinde göl manzaralıbanklar ve adından da anlaşılacağı üzere bir de müze var: Alessandro Volta.
Elektrik bataryasının mucidi olan Volta düşünülerek oluşturulan ve içerisinde eski tip bataryalar, deney tüpleri gibi ufak cihaz ve malzemeler konulmuş bir salondan ibaret. Bir de Volta’nın heykeli var.
Giriş ücretsiz.
Volta müzesini gördükten sonra geriye dönüyorum ve biraz ileride soldan gölün ortasına giden yola yöneliyorum. Yolun sonunda Life Electric var. Yine Alessandro Volta anısına, 2015 yılında yapımı tamamlanmış bir modern heykel.
Yol, harika; gölün üzerinde yürüyormuşsunuz hissi veriyor. 350 mt ve yaklaşık dört dakikalık yürüyüşten sonra heykele ulaşıyorsunuz. Manzara çok güzel. Bütün Como’yu gölün içinden izleyebilirsiniz. Göl içindeki yürüyüş boyunca sağlı sollu teknelerin bağlı olduğunu da görebilirsiniz.
Gölü izlerken heykelin hemen karşısında füniküler olduğunu fark ediyorum. Gölü bir de yukarıdan görmek hoş olabilir.
Füniküler
Geri dönüp Como gölünü ilk gördüğüm noktaya ulaşıyorum ve düz devam edip kıyı şeridini takip ederek sola doğru ilerliyorum. İşte füniküler. Gişe önünde epey insan birikmiş. Sıraya giriyorum.
Tam önümde 70’li yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir çift var. Sırtlarında birer çanta, ellerinde birer outdoor baton, belli ki uzun bir yürüyüşe niyetliler. Aklımdan geçen: Bizim bu yaşlarda bekleyeceğimiz sıra genelde ortopedi olur. Yaşama sevinci, geneli mutsuz olan tüm halkımda da olsun temennisinde bulunuyorum.
Füniküleri beklerken, tüm tarihini duvardan okuyabilirsiniz. 1894’te başlamış yukarıya Brunate’ye füniküler. Önceden buhar ile çalışıyorken 1911 itibariyle elektrikle çalışmaya başlamış. Yaşına rağmen tüm çevre ve güvenlik yönetmeliklerine uygun.
Herkesin, birbirinin hakkına saygı gösterdiği, kimsenin öne geçmek için omuz atmadığı bir halde fünikülere biniyorum ve en tepeye kadar çıkıyorum.
Como İtalya fünikülerinde uçurum kenarları boyunca süzülürken, epik masmavi göle, geleneksel İtalyan ev kümelerine ve geniş dağ yamaçlarına göz atarak kilometrelerce görebileceksiniz. Yolculuğun kendisi on dakikadan biraz fazla sürüyor ve Brunate’ye ulaştığınızda ufak bir kafe var. Muhteşem manzaraları seyretmek için küçük bardan bir içki alıp oturma seçeneğiniz var ya da alternatif olarak biraz keşfe çıkabilirsiniz.
“Tuvalet var mı?” diye sorduğunuzda elinize bir anahtar veriyorlar ve ileriden sağa yolu tarif ediyorlar. Tuvalet oldukça ilkel sayılır ama manzarası da harika.
Yürüyüşü tercih ediyorum.
Villa yollarında
Yukarıya doğru yürüyüşe geçiyorum. Manzara da sıcak da nefes kesici. Önce Sant’ Andrea Kilisesi’ni görüyorum. Daha yukarıda San Maurizio var. Benim için en uç hedef orası ve çok sıcak. Biraz dinlendikten sonra tekrar tırmanışa geçiyorum. Villaların o anlatılamaz güzelliklerini, manzaralarını fotoğraflarda göreceksiniz.
Acaba George (Clooney)’a rastlar mıyım diye bakınırken onun evinin göl kenarında olduğunu hatırlıyorum. Neyse ki motivasyonum düşmeden uzun isimli, şahane manzaralı ve benim için en önemlisi serin kiliseye ulaşıyorum: Sodalizio Terz’Ordine Secolare Francescano Ancelle Del Signore.
Burada bisiklet yok. Otomobil yolu var. Bisikletle çıkmak mümkün görünmüyor. Aracınız yoksa yürüyerek keşfedeceksiniz. Biraz dinlendikten ve nefes alış-verişimi düzene soktuktan sonra, hedefe doğru daha da yukarıya…
San Maurizio ve deniz feneri
Yürüyerek toplamda 25-30 dakikalık bir yol, fakat sıcak ve sürekli tırmanarak yürümek yorucu oluyor. San Maurizio küçük bir kilise ve yan tarafındaki otelle bitişik. Sanırım şimdilerde otel olan kısım, bir zamanlar manastırdı.
Benim için güzel yanı biraz daha yürüyünce, yine Volta anısına inşa edilmiş deniz fenerine ulaşmış olmaktı.
Deniz fenerinin içine girmek isterseniz 2 Euro ödüyorsunuz. Dışarıdaki manzara yine muhteşem. Alp Dağlarının güzelliğini bu tepeden izleyebilirsiniz. Yokuşu çıkmak ne kadar yorucuysa bu görüntüye tanık olmak da o kadar ayrıcalıklı. Como’ya gidiyorsanız, görmeden dönmeyin derim. Yol da epey güzel evler ve sürekli değişik yönünü fark ettiğiniz göl manzaralarıyla dolu.
Tabii epey bir yoruldum ve acıktım. Yemeği erteliyorum çünkü yemek için 18.00’da I Tigli in Theoria restoranında rezervasyonum var… Tren saati ise 19.49. Bu arada biraz atıştırmak iyi olur.
Füniküler alanına doğru yine fotoğraf molaları vererek, kendimi bir filmde başrolde gibi hissederek, camlardan uçuşan beyaz tüllerin göle ulaşmak istercesine salınışına şahitlik ederek inişe geçiyorum. Burada biraz manzaranın keyfini çıkarmak, biraz atıştırmak için bir saate yakın mola vermek niyetindeyim.
Tekne turu
Tekrar Como’ya indim. Saat 14.00. Yemek için dört saatim daha var. Önümde bir tekne turu, bir de şehir keşfi var.
Tekne turu için geldiğim, gölü ilk gördüğüm alana yürüyorum ve bilet almak için sıraya giriyorum. 25 Euro iki saatlik tekne turu için ödeyeceğiniz bedel.
Gemiye biniyorum ve Como Gölü’nün tadını çıkarmak için geminin ön tarafına ve tam kenarına oturuyorum. Yolculuk boyunca göl kenarına kurulmuş birkaç yerleşim alanında duraklama yapıyor gemi. Dışarıdan bakınca, belki de en şirin, en romantik görünen yer Varenna. Tam bir kıyı kasabası havasında. Yine yol boyunca filmlerde, magazin hayatlarda gördüğünüz birçok villayı, oteli ve restoranı görebilirsiniz. Hepsi, filmin içine girmişsiniz hissi uyandırıyor.
Gemide yolculuk yapmak hem dinlendiriyor hem de sıcaktan bunalmış halinize bayağı iyi geliyor.
Bu arada farklı bilet tipleri var. Gün boyunca geçerli ve istediğiniz durakta inip saatler sonra yeniden binmenize imkan tanıyor. Duraklar ve tarifeler için işletmenin sitesini https://www.navigazionelaghi.it ziyaret edebilirsiniz.
Şehir turu
Tekneden inince tam karşımda Cavor meydanından şehre giriş yapıyorum. Sağlı sollu mağazalar, kafeler, restoranlar var bu bölgede. Limoncellolu bir dondurma yemin de zamanı bence. Kornetler de dondurma kadar nefis.
Bu sokaktan düz ilerlediğinizde karşınıza katedral çıkıyor: Como Katedrali. Hep olduğu gibi, bu katedral de ihtişamlı yapısıyla büyülüyor. Hemen yakınında 1200’lü yıllardan kalma Fedele Bazilikası var.
Daha da ilerleyince ara sokalardan Porta Torre kalesi suruna geliyorsunuz. Şehri savunmak için inşa edilmiş kaleden geriye sadece bir duvar kalmış. Kale Frederick Barbarossa tarafından 11. Yy’da inşa ettirilmiş. Asıl sürpriz, duvarın hemen dibinde kurulan halk pazarı. Her türlü giyim eşyası var burada. Ben kaldırırlarken denk geldim ki tezgahında durup alışveriş yaptığım insanlar Türk çıktılar. Bologna dahil, birçok şehirde Pazar tezgahı kurup giyim eşyası satıyorlar.
Saat iyice yaklaştığı için yemeğe gitme vakti.
I Tigli in Theoria
Neredeyse bir yuvarlak çizerek şehri görmüş oldum. I Tigli in Theoria Michelin Yıldızlı bir Como restoranı. Dışarıdan bakınca küçük bir dükkana girecekmişsiniz gibi duruyor. Hatta burası orası mı diye aklınızdan geçebilir.
İçeri giriyorum ve hoş bir ambiyansla karşılaşıyorum, üstelik öyle dışarıdan göründüğü kadar ufak bir yer değil. Biraz ilerleyince kocaman bir yemek salonu, daha da ilerleyince büyük bir bahçe karşılıyor beni.
Bana gösterilen masaya geçiyorum. Yan tarafında doğrudan bahçeye girebileceğiniz bir kapısı da varmış, oturunca fark ettim.
Menü geliyor; çok heyecanlı…
Karar veriyorum, Sırasıyla bir aperatif, peynir tabağı, risotto, geyik eti ve sufle yiyeceğim.
Michelin restoranında bildiğiniz yemekler bile gerçekten değişik tatlar bırakıyor damağınızda. Ömrünüzde bir kez de olsa deneyin derim.
Geri dönüş vakti geliyor. Tekrar aynı geldiğim istasyon yolundan terene doğru ilerliyorum. Akşam saatlerinde bu taraflar biraz sönük. Trene biniyorum. Bir saat sonra Milano.